Saat 14:00'a kadar verilen siparişleriniz AYNI GÜN KARGO. 4500 TL ve üzeri KARGO BEDAVA
logo

    Yeni Dünya Düzeninin Inşası Burcu Değirmencioğlu

    Yazar: Yayınevi: Adalet Yayınevi

    Saat 14:00'e kadar verdiğiniz siparişler aynı gün kargoya verilir.
    Saat 17:00'e kadar verdiğiniz siparişler ertesi gün servise çıkar.

    Ürün Açıklaması

    Nasıl ki kenarları, pruvayı, pupayı, güverteyi bir arada tutan omurgaya sahip olmayan bir gemi biçimsiz bir tahta yığınından başka bir şeyi ifade etmiyorsa, bütün üyeleri ve bunların parçalarını, bütün aileleri ve dernekleri tek beden şeklinde birleştiren egemen erki olmayan bir devlet de devlet değildir. 1 Devletin omurgası olan egemenlik, devleti ayakta tutan, devleti devlet yapan temeldir. Bütün diğer toplumsal yapılardan ayrılarak devleti var eden, devletin ayırt edici özelliğini oluşturan egemenlik, araştırmanın temel kavramını oluşturmaktadır.


    Devletin üç unsurundan biri olarak kabul edilen egemenlik, devletin varlık şartını ve kurucu niteliğini teşkil etmektedir. Sınırları içerisinde tek bir emredici gücün olabileceğini ve o sınırlar içerisinde yaşayan insanların sadece ona tabi olduğu en üstün iktidarı ifade eden egemenlik anlayışı ve bu egemenlik anlayışının II. Dünya Savaşı sonrasında büründüğü şekil, araştırmanın konusunu oluşturmaktadır. Bir düşünürün masa başında “icat ettiği”2 bir kavram olmaktan öte önemli bir tarihsel pratiğe dayanan egemenlik, 16.yüzyıl başlarında bütün Avrupa’yı doğrudan etkisi altına alan dini gerilimlerin, çatışmaların etkisiyle tartışılmaya başlamıştır. 16.yüzyılla birlikte teorik temelleri atılarak, hayata geçirilen egemenlik anlayışı, II. Dünya Savaşı’nın ardından bambaşka bir veçheye bürünmüştür. II. Dünya Savaşı sonrasında egemenliğin geçirdiği dönüşümü ve mevcut egemenlik anlayışını gözler önüne serebilmek ancak II. Dünya Savaşı öncesine hâkim olan egemenlik pratiğini ayrıntılı olarak ortaya koyabilmekle mümkün olabilecektir.


    Bu bağlamda çalışmanın konusunu iki anlayış odağında sınırlandırmak uygun olacaktır. Üzerinde ilk durulan konu Westphalian egemenlik anlayışı olmuştur. 16.yüzyıl başından itibaren uzun yıllar boyunca Avrupa’yı etkisi altına alan din temelli gerilimler ve çatışmaların etkisiyle başlayan “Otuz Yıl Savaşları” nın ardından imzalanan 1648 tarihli “Westphalia Barışı”nın egemen devletlerden oluşan uluslararası bir düzeni müjdelediği genel olarak kabul görmüştür. Modern devletlerin meydana getirdiği bir uluslararası sistemi oluşturduğu iddia edilen Westphalia Barışı ile ilişkilendirilen Westphalian egemenlik modeli, II. Dünya Savaşı’na kadar hâkimiyetini sürdürmüştür. II. Dünya Savaşı sonrası kurulan uluslararası örgütler bağlamında egemenliğin geçirdiği dönüşüm ise incelenecek ikinci ana konu ile bağlantılıdır. II. Dünya Savaşı’nın ardından oluşturularak ulus devletin “homojenleştirme” bayrağını devralan uluslararası örgütler, klasik egemenlikte önemli bir kırılmayı meydana getirmişlerdir.


    Araştırma konusunun sınırları, çalışmayı iki bölümde ortaya koymayı gerektirmektedir. Öncelikle Westphalian egemenlik olarak isimlendirilen egemenlik anlayışının ne olduğunun, bunun klasik egemenlik anlayışı ile ilişkisinin, Westphalian egemenlik anlayışının ortaya çıkardığı modern devlet anlayışının anlaşılması gerekmektedir. Bu bağlamda modern devletin vazgeçilmez unsurlarından biri olarak kabul edilen homojenliğin neyi ifade ettiği, nasıl bir homojenleştirme deneyimini doğurduğu ortaya konulacaktır.


    Modern devletin homojenlik ideali, “hayal edilmiş bir cemaat”3 olarak ulusun inşası sonucunu doğurarak, ulus devlet pratiğini hayata geçirmiştir. Modern devletin homojenlik kaygısını devralan ulus devlet, homojenlik kavramının tanımı gereği doğal olarak marjinal pratiklere de neden olmuştur. Modern devletin homojenlik iddiasından bir sapma, homojenliğin neden olduğu bir travma veya sınırların aşıldığı bir deneyim olarak Hitler Almanyası marjinal pratiklerin en önemlilerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan egemenlik anlayışının benimsenmesi ve meşruiyeti için zemin hazırlayan totaliter sistemlerin en yıkıcı örneği olarak Hitler Almanyası anlaşılmadan, 1945 sonrasına hâkim olan yeni egemenlik anlayışının ortaya konulması mümkün olmayacaktır. Nasyonal Sosyalist Almanya pratiği ile homojenleştirme ideali bambaşka bir yöne evrilmiştir. Klasik egemenlik anlayışı ve bunun doğal bir sonucu olarak kendi içerisinde en üstün güç olma ve homojenleştirme ideali, bu homojenleştirme idealinin artık kabul edilemez bir pratiğe dönüşmesi Hitler’in liderlik ettiği Almanya’da hayat bulmuştur. Dönemin Almanyasında yaşanan ve tüm dünyayı derinden etkileyen acı deneyimler, eski sistemin sorgulanması sonucunu doğurmuştur. II. Dünya Savaşı’na giden yolda sorgulanarak terk edilmesine karar verilen mevcut sistemin yerine, savaşın ardından oluşturulan uluslararası örgütler vasıtasıyla yeni bir model ortaya konulmuştur.


    II. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan bu yeni model ve yeni egemenlik anlayışının ortaya konulması çalışmanın alt problemlerinden bir diğeridir. “Düyanı her yerinde” gerçkleşirilecek döt ögülü fikri üerine idealize edilen yeni düya, ulus devletin homojenleşirme çbasııondan öüçalarak, sıılıalanlarda küesel düeyde bir homojenleşirme pratiğni ortaya koymuşur. Belirli düeyde homojenleşirilmeye çlı .ıan bu alanlar, yeni düya düeninin reçtesini oluşuran4 “barış ve güvenlik”, “ekonomi” ve “insan hakları” olmuştur.


    Westphalian Egemenlik modelinden bugüne gelişen, dönüşen ve değişen egemenlik anlayışının ve 1945 sonrasında inşa edilen yeni dünya düzeninin ortaya konulması ile literatürde göz ardı edilen bir yönün açığa kavuşturulması amaçlanmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrasında devlet egemenliklerinin silikleştirilmesi ile birlikte aslında yeni bir dünya düzeni oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu düzen inşa edilirken üzerinde en çok durulan husus ise “egemenlik”tir. Devletin üç unsurundan birisi ve devletin varlık koşulu olarak kabul edilen egemenliğin ne olduğunu ne ifade ettiğini, tarihsel süreç içerisinde farklı değişkenlere bağlı olarak nasıl bir dönüşüm geçirdiğini ortaya koyabilmek ve II. Dünya Savaşı sonrası egemenlik ile ilgili yaygın yanlışları düzeltebilmek çalışmanın öncelikli amaçlarındandır. Kurulan yeni sistemi anlamlandırabilmek için bu sistemin arka planını görmek gerekmektedir. Westphalian egemenlik modelinin antitezi olan yeni düzeninin anlaşılabilmesi, ancak klasik egemenlik anlayışının anlaşılmasıyla mümkün olabilecektir. Böylece egemenliğin geçirdiği dönüşüm ile birlikte devletin büründüğü şeklin, devletin yapısını, hukuk sistemini, devlet birey ilişkilerini, uluslararası ilişkileri doğrudan etkilediği gözler önüne serilebilecektir.


    Konunun aydınlığa kavuşturulabilmesi için ana problemin ve bu probleme hizmet eden tüm alt problemlerin cevaplanabilmesi gerekmektedir. Bu soruların cevaplanabilmesi için yapılacak nitel araştırmada belge taramanın yanında, tarihsel verilerden yararlanılmış ve elde edilen verilerin karşılaştırılması yapılmıştır. Bununla beraber, Avrupa Konseyi’nin ele alınarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının incelendiği kısımda karar analizleri ile birlikte tümevarıma başvurulmuştur. Geniş tarihi geçmişi ya da yeni dünya düzeninin kurucu aktörleri olan uluslararası örgütlerin ana konuyla doğrudan ilişkili olmayan yapısal özelliklerine değinilmemiştir.


    Her ne kadar farklı bağlamlarda ele alınmış olsa da aynı konuda daha önce yapılmış çalışmalardan olarak, çalışmanın konusu ilk defa bir bütün olarak ele alınmıştır. Bununla birlikte II. Dünya Savaşı sonrasına hâkim olan sistemin, oluşturulan yeni dünya düzeninin felsefi arka planının geniş bir perspektif ve eleştirel bir bakış açısıyla incelenmiş olması, bütüncül olarak ortaya konulması ve ulusal kamu hukuku literatüründe önemli bir eksikliği giderecek olması böyle bir konunun araştırılmasının önemini göstermektedir. Konunun araştırılmasının önemi sadece literatürde dolduracağı boşlukla sınırlı kalmamaktadır. Kurulan yeni düzeninin anlamlandırılabilmesi ancak onun arka planını ortaya koymakla mümkün olabilecektir. Westphalian egemenlik anlayışının antitezi olan yeni dünya düzeninin ve değişen egemenlik anlayışının anlaşılabilmesi eski sistemin anlaşılmasına bağlıdır. Bu nedenle en azından Avrupa’da birbirini takip eden ve birbirini doğrudan etkileyen egemenlik modellerinin tutarlı bir şekilde ortaya konulması ile egemenlik teorilerine ciddi bir katkı sunulacağı umut edilmektedir.


    Özellikler

    Barkod 9786258153125

    Katkıda Bulunanlar