“Martín Gaite benliğin parçalara ayrılmasını, kalıpların anlamsızlığını, savunma ve inkâr mekanizmalarının duyuları altüst edişini özgün, asi bir üslupla ve yüzleşme dolu içsel monologlarla sorguluyor.”
- Colin Greenland, The Guardian -
1997 yılında İspanyol Kraliyet Akademisi Fastenrath Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Yaşamak Tuhaf Şey’de Martín Gaite, Virginia Woolf’u anımsatan üslubuyla, tuhaf yaşam macerasının derinlerine dalarak ölümün geride kalanlara bıraktıklarının, yalanların, geçmişi affedebilmenin ve sevgi arayışının hikayesini anlatıyor.
"Yaşamın ne kadar tuhaf olduğunu bir tek ölüler biliyor."
Madrid’de kütüphane arşivinde çalışan bir kadın yakın zamanda annesini kaybedince boşluğa düşer. Dengesini yeniden kurabilmenin bir yolu olarak, on sekizinci yüzyılda yaşamış bir maceraperestin muammalı hikâyesini incelediği doktora tezini tamamlamaya yönelir ancak günbegün kendini bu adamla özdeşim kurarken bulur ve karşısında bambaşka bir bilmece belirir: metaforlar.
Zihnindeki imge ve düşlemler onu ele geçirmiştir; fevriliği ve şüpheciliğiyle kararsızlığa sürüklenirken, delidolu gençlik yıllarının hatıralarıyla hesaplaşmaya başlar. Hayal dünyası onu iyi bir araştırmacı, torun, evlat ya da sevgili olmaktan alıkoyar; tüm sorumlulukları bir yana bırakıp bambaşka bir şey yapması gerekiyordur, ama ne? Bu sorunun cevabına ulaşabilmek için önce balta girmemiş hatıralar ormanında kendine yol açması gerekecektir.
“Diğer bitki türlerinden farklı olarak anı tohumları havada uzun süre süzülür ve sinek gibi vızıldadıklarını işitiriz; sesleri, onlardan kaçmaya çalışanlar için kötüye alamettir. Bazen birini yakalar daha sonra salarız, ödünü patlatırız neredeyse, ancak algılarımız bir kere açılmıştır ya, peşinden gitmeden duramayız, ta ki o irtifa kaybedip bir yere konana dek. Sonra kaderin onu sürüklediği bu kısa mola yerine belki de gizlice gideriz ve çorak toprağı işler, üstüne bir tabela çakar, bir gün geri gelip de kök salması için yolunu gözleriz. Geri gelmezse, fena; badem ağacı yeni tomurcuklanmışken don yemiştir, böyle düşünürüz. Kabul edelim ya da etmeyelim, o hatıra tarlasının bekçisi haline gelmişizdir artık.”