Kökleri yerkürenin çekirdeğine kadar uzanan yalanlarca oyulmuş karanlık boşlukları dolanıyor Simlâ Sunay'ın öyküleri, "dünya" diye yazılıp "ev" diye okunan o boşlukları sessizce dolduran ilk günah kadar eski yalanlara gözcülük ediyor: Her hakikat belli bir mesafeyi, her mesafe bir boşluğu ve her boşluk bir yalanı arzuluyor.
Dilin sınırlarını yoklayarak okurun ezberini bozarken öykü türü içinde yepyeni mümkünler de yaratan Yalancı İçin Bir Boşluk, yalanla başlayan hikâyelerin boşlukla sarmalandığı, boşlukla sınanan herkes bir yalana sığındığı yerle gök arasındaki bu tekinsiz sahnede sıkışıp kalmışları oyunun sonuna çağırıyor: Perde açılıyor; söz'ün nerede?
"Ölçüp biçmenin bir faydası yok. Ne söylesem gürültü, çamur geliyor sana. Duyamıyorsun. Uğultu. Seni yalnız bırakan bu yabani yanından tuttuğum için üstüme yığmaya çalıştığın bu aynı çığ. Senin yalnızlığında olmaya çalışan ben. Senin herkeslerinden olmamak için hep bir uçurumun kenarında bekleyenim ben. Sen benim sevgimin büyüklüğünü kamaştın. Kendi sevgine bundan yamalar diktin. Bir ışık ne kadar iğne tutarsa."