Milletlerin tarihinin belli bir evresinden sonra görülmeye başlayan fırkalar neyin nesidir ve içtimai bünyede hangi ihtiyaca cevap olarak ortaya çıkarlar? Bu fırkalar arasında hangi arazın bir arızası olarak bir müddet sonra tefrika baş gösterir ve o ne olur da gerçeği gerçekliği içerisinde gün yüzüne çıkmaya bırakmayan tefrikacılığa dönüşür? Veya bunların nüveleri daha derinde, kuvve olarak olsa bile, bizzat insan tabiatında mı mevcuttur? Öyle ise o insan tabiatında hangi temayülün marazi meyli veya hangi çatlağın sızıntısı olarak ortaya çıkar? Yoksa o içtimai bünyede içeriden bir illetin değil de dışarıdan, devletleri hatta milletleri de aşan seviyede bir müdahalenin neticesi olarak mı vücut bulur?
Kitap çağımızın müzmin hastalığı tefrikacılık, onun kaçınılmaz sonucu merkezin çöküşü ile her nevi milli ve içtimai meselenin sahipsiz kalışı arasındaki bağı Sürgün Sonrası Yahudilik Tarihi’nin açtığı aralıktan görmeye ve yukarıdaki soruların cevaplarını o aralıktan süzülen ışık altında aramaya çalışıyor. Ve bu arayış içerisinde Yahudi fırkalarını vaktiyle Roma’nın çözücü dağıtıcı imperiumu karşısında ayakta kalabilmek için önlerine çıkan hal tarzlarının tezahürü olarak anlamaya çalışırken bugün bile devletler arası münasebetlerde güncelliğinden bir şey kaybetmemiş şu soru ile karşılaşıyor: Azgınlık ve taşkınlık içerisinde had bilmez hukuk tanımaz hale gelmiş bir imperium ve onun önüne çıkana tasallutta bulunup boyun eğdirmeye çalışan impérialismei neden yasaya hürmet, yasaklarına riayet ederek nizam intizam içerisinde yaşayan bir kavmi kendi haline bırakmaz da kendisi için en büyük tehlike olarak görür? Kendisi had bilmediği hukuk tanımadığı gibi tanıyanı neden bırakmaz ki tanısın ve hududu içinde yaşasın? İster insanlar ister kavimler arasında hadde ve tahdide karşı çıkan, keyfilik ve başına buyrukluk peşinde koşan kimdir?