“İstanbullu olmak bir kere Yunanlılar arasında ve Rumlar arasında bir ayrıcalık olarak kabul edilir. Çünkü Şehr-i Âli bu, çok eski gelenekleri olan bir cemaatten geliyorsunuz. Bu cemaatin ne de olsa hem yakın tarihte hem eski ortaçağlarda yaratmış olduğu bütün o eserlerle kendinizi bir şekilde bağlı hissediyorsunuz, çünkü o kiliselerden geçmiş oluyorsunuz, o mekânlardan geçmiş oluyorsunuz, yaşamış oluyorsunuz, anılarınız var. (...)
İstanbul güzel bir yer. İstanbul, tarihin felsefenin şunun bunun ötesinde kendisi güzel bir şehir. Bugün de (...) birçok şey değişmiş olmasına rağmen güzel olmaya devam eden bir cazibe merkezi. Dolayısıyla bu, gururlanılacak bir şey...”Göçtükleri veya ziyarete gittikleri Yunanistan’da rahat edemiyor, Yunanlar tarafından yadırganıyorlar. Burada, İstanbul’da da Rumca konuştuklarında büyükleri tarafından “Susun, susun, duyacaklar” diye uyarılıyor, göze batmamaya çalışıyorlar. Kuşaklardır yaşadıkları şehirde “yabancı” diye yadırganmanın hazinliği... “Ne oralı ne buralı” olmanın hüznü...
Elinizdeki kitap, öncelikle ve esasen İstanbullu olan Rumların algı ve duygu dünyasına bir pencere açıyor. İstanbul’un, İstanbullu olmanın Rum-Ortodoks kimliğinin inşasındaki yerini, bu kimliğin mekânda, mitlerde, ritüellerde ve bellekteki yeniden üretimini anlatıyor, anlattırıyor. Tabii, başta 6/7 Eylül vahşeti, sürgünlerle, milliyetçiliğin tacizleriyle, bu kimliğin aşınmasının da hikâyesi bu. İstanbul’un ve İstanbullu kimliğinin değişiminin de izlerini sürebileceğimiz bir hikâye.Nurdan Türker, kimliğin ve hikâyenin nostalji kapanına kısılmasına da razı olmadan, canlı ve analitik bir bakışın örneğini veriyor.