Savaş denilince akla önce askerler, sonra politikacılar ve diplomatlar gelmektedir. Peki toplumun geri kalan kısmı! Yirminci yüzyıldaki iki dünya savaşı bile savaşmak eyleminin toplumun her tabakasını ilgilendirdiğini göstermektedir. Hele ki yirminci yüzyılın sonu ile yirmibirinci yüzyılın ilk on yılında yaşanan silahlı çatışmalar, savaş alanlarının sivillerin yaşadığı yerleri de kapsadığını bize maalesef birçok katliam ile göstermiştir. Kısacası ne savaşlar ne de savaş alanları toplumun geri kalanından izole edilmiş değildir. Bunun da ötesinde savaş teorik olarak sadece askeri veya politik bir bilim değildir. İdeal olan toplum yaşantısında barışın istikrarlı bir şekilde varlığı iken maalesef ama gerçekten tarih bize savaşın sürekliliği nedeniyle bunun tam tersinin geçerli olduğunu göstermektedir. Özetle, ideal olan barışa kavuşabilmek için savaşın farklı disiplinler tarafından incelenmesine ihtiyaç duyulmaktadır.