Derviş Zaim’in ikinci romanı olan Rüyet geçmiş ve gelecek, özgürlük ve zorunluluk, arzu ile gerçeklik arasında sıkışmış insanın kendisine bir anlam, bir kimlik, bir hikâye, tutarlı ve bütünlüklü bir “metin” yaratma çabasını anlatıyor.
Amcalarının inşaat şirketinde mimar olarak çalışan Sine mesleğinin günümüzde büründüğü biçimden rahatsızdır. Asıl istediği, insanların rüya anlatımlarını temel alan bir çağdaş sanat performansı düzenlemektir. Şirketin maddi durumundan,
hayatına giren iki erkek arasında kalmaktan bunalan Sine bir çıkış yolu ararken eline geçen Osmanlıca bir hatıratı okumaya ve amcasının ricası üzerine, günümüz Türkçesine çevirmeye başlar. Anılarda Hüsn-ü Aşk mesnevisine yapılan göndermeler ve bu iki metin arasındaki paralellikler dikkatini çeker...
Kendi oluşturduğu metin de, ister istemez, bağlama göre inşa ediliyordu. O nedenle benlik dediğimiz şeyi, baştan sona kalıcı bir şey olarak tahayyül etmek tehlikeliydi.
Etrafa yolladığımız işaretler değiştiği zaman benlik de, metnin özü de değişebiliyordu. ... Tam bu nedenle, insan hayatının değişen taraflarının içindeki değişmeyen örüntüleri bulmak ya da değişmez gibi duran şeylerin arasına sinmiş farklılıkları keşfetmek önem kazanıyordu.