O kutlu günden sonra, “tarih” başka bir hâl almıştı...
Hakikat âleminin kut veren nidası, yolun yolcularına; geçmiş ve geleceğin insana göre olduğunu fısıldıyordu.
Devraldıkları kutsal emaneti taşımanın, korumanın ve cihana yaymanın kolay olmayacağını en baştan biliyorlardı.
Çile ve ıstıraba talip olmanın yanı sıra, emaneti taşımanın kutsiyeti, hafızalarda hüzünlü bir tebessüm bırakıyordu.
“Hiçbir şey sebepsiz değildir elbet.” diyerek sebebin sahibine hürmet ettiler.
Kâh Oğuz Kağan oldular kâh Bilge Kağan.
Yeri geldi Satuk Buğra oldular, ilim alıp ilim sattılar.
Alparslan olup açılmaz kapıları açtılar. Anadolu'yu yurt edindiler, vatan yaptılar.
Fatih oldular, alınmaz denilen şehirleri aldılar, almanın şerefine vardılar, medeniyet inşa ettiler.
Gün oldu, devran döndü. Tarihin derinliklerinden gelen kinin sahibi yedi düvel, birlik oldu; kanla vatan yapılan topraklara ateş olup yağdı. Bu kez emanetin sahibi, Samsun’dan güneş oldu.
Onlar…
Göktürk oldular, Selçuk oldular, Osman oldular, Türkiye oldular da emanetin taşınacağı yer bitmedi, bitmeyecekti.
Çünkü...
Aslan Başbuğ! Emanetin son vekili... Emanete sahip çıktı, yeni sahibine teslim etme vakti gelene kadar…
Ve Kızılelma için dirilme vaktiydi…