Saat 14:00'a kadar verilen siparişleriniz AYNI GÜN KARGO. 4500 TL ve üzeri KARGO BEDAVA
logo

    Hmk - 6. Cilt - Kanun Yolları Tahkim Filiz Berberoğlu Yenipınar

    Yazar: Yayınevi: Platon Hukuk

    Saat 14:00'e kadar verdiğiniz siparişler aynı gün kargoya verilir.
    Saat 17:00'e kadar verdiğiniz siparişler ertesi gün servise çıkar.

    Ürün Açıklaması

    Bu çalışma, uygulamaya yönelik mütevazi nitelikte, en güncel ve en yeni tarihli içtihatlardan hazırlanmış olan, HMK.m.341-362 ve 407-444’te düzenlenen mevzuat incelemesidir. Çalışmada bulunan örnekler istinaf özetlerinden alınmıştır.


    Yargılama esaslarında, önce usül gelir, usule ilişkin yasal şartlar incelenerek. daha sonra davanın esasıyla ilgili karar verilir.


    Çalışmadan özetler;


    Yargılama süreci bir sistemdir. Bu sistem uyuşmazlık ve çekişme hakkında verilecek hüküm kesinleşinceye kadar birden çok evreleri kapsamaktadır. Yargılamanın bu özelliği, temelde, gerçeğe ulaşarak adli hataları önlemek amacına dayanır. Kanun yolu adı verilen denetim muhakemesi bu evrelerden biridir. Mahkeme kararlarının doğruluğunu ve bunun yanında hukuki istikrarı sağlamayı amaçlayan kanun yolu, en geniş anlamıyla bir mahkemenin kararına karşı hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle başvurulan ve söz konusu kararın hukuku uygun hâle getirilmesi amacına yönelik başvuru yolu olarak tanımlanabilir. Kanun yolu, hukuk politikası bakımından hükümlerin doğruluğunun garantisidir. Bu bağlamda mahkeme kararlarının hukuka uygunluğunun bir üst mahkeme tarafından denetlenmesi anayasal bir zorunluluktur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda kanun yolunun kaç dereceli olması gerektiği konusunda bir düzenleme bulunmamakla birlikte konu hakkında 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun (HMK) hükümleri uyarınca Türk Hukuku’nda istinaf ve temyiz şeklinde ikili bir kanun yolu incelemesi düzenlenmiştir.


    Esasen denetim muhakemesinin en önemli evresini oluşturan temyiz yolunda, doğrudan öğrenme yargılaması yapılmaması nedeniyle, temyiz üzerine; verilen hüküm sadece hukuka aykırılığı denetler. Bu nedenle maddi ve hukuki gerçeklere ulaşmak ve adli hataları gidermek bakımından, uyuşmazlık ve çekişmenin maddi olay yani ispat yönünden ve hukuka aykırılık açısından uygun bir sonuca bağlanıp bağlanmadığını denetleyen, temyiz yolundan önce gelen ayrı bir kanun yoluna gereksinim olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.


    Bugün dünya hukuk sistemlerinde gelinen noktada, üç dereceli yargı teşkilatı, hak arama hürriyetinin yeterince gerçekleştirilmiş sayılması içinde zorunlu görülmektedir. 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un hükümet gerekçesinde; mahkemelerin verimli, etkin, süratli ve güvenli çalışmalarını sağlamak ve denetim yargılamasını güçlendirmek üzere, eskiyen ve yetersiz hükümler taşıyan 469 sayılı Kanun’un yürürlükten kaldırılarak, bunun yerine adli yargı ilk derece mahkemeleri ile bölge adliye mahkemelerinin kuruluş, görev ve yetkilerinin düzenlenmesi amacıyla 5235 sayılı Kanun’un hazırlandığı belirtilmiştir. Böylece adli yargı ilk derece mahkemelerince verilen kararlar, bölge adliye mahkemelerince ispat ve hukuka uygunluk yönlerinden, Yargıtay tarafından ise sadece hukuka uygunluk bakımından incelenerek, Yargıtay’ın bir içtihat mahkemesi olarak görevini sürdürmesi amaçlanmıştır.


    Bilindiği üzere kanunda aksine bir düzenleme olmadığı müddetçe her dava ilk derece mahkemesinde açılır, görülür ve sonuçlandırılır. Bir davayı ya da işi ilk evrede gören ve karara bağlayan yargı yerlerine de ilk derece mahkemesi denir. Bu mahkemeleri ifade etmek için bidayet mahkemesi tabiri de kullanılmaktadır. Adli yargı alanındaki mahkemelerin sistemi, hukuk ve ceza mahkemeleri olmak üzere iki alt kola ayrılarak oluşturulmuştur. Bu husus; bölge adliye mahkemelerinin kuruluş ve görevleriyle ilgili temel hukuki düzenlemelerin yapıldığı, 5235 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile belirtilmiştir. Adli yargının anayasal dayanağını ise, bu yargı koluna ait karar ve hükümlere ilişkin son inceleme mercii olarak gösterilen “Yargıtay” başlıklı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 154. maddesi oluşturur. 5235 sayılı Kanun’la adlî yargı ilk derece mahkemelerinin hukuk ve ceza mahkemeleri olduğu belirtildikten sonra, 3. maddesiyle de bölge adliye mahkemelerinin ikinci derece mahkemesi olduğu açıklanmıştır.


    Sözü edilen 5235 sayılı Kanun’un 33. maddesi ile bölge adliye mahkemelerinin görevleri açıklanmış, ardından 36. maddesi ile de bölge adliye mahkemeleri hukuk dairelerinin görevleri “…1. Adlî yargı ilk derece hukuk mahkemelerinden verilen ve kesin olmayan hüküm ve kararlara karşı yapılan başvuruları inceleyip karara bağlamak,


    2. (Mülga: 9/2/2011 – 6110/14 md.)


    3. Yargı çevresi içerisinde bulunan adlî yargı ilk derece hukuk mahkemeleri arasındaki yetki ve görev uyuşmazlıklarını çözmek,


    4. Yargı çevresindeki yetkili adlî yargı ilk derece hukuk mahkemesinin bir davaya bakmasına fiilî veya hukukî bir engel çıktığı veya iki mahkemenin yargı sınırları kapsamının belirlenmesinde tereddüt edildiği takdirde, o davanın bölge adliye mahkemesi yargı çevresi içerisinde başka bir hukuk mahkemesine nakline veya yetkili mahkemenin tayinine karar vermek,


    5. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.


    6100 sayılı HMK uyarınca ilk derece mahkemelerinde yargılama (gerek basit gerekse yazılı yargılama usulünde) dilekçelerin teatisi, ön inceleme, tahkikat, sözlü yargılama ve son olarak hüküm aşaması olmak üzere beş aşamadan oluşmaktadır. İlk derece yargılaması bu şekilde nihai kararla sonuçlandırıldıktan sonra şartları (HMK m.341) varsa, ilk derece mahkemesinin bu kararı; aleyhine olan tarafın talebiyle istinaf incelemesi yapılmak üzere bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge adliye mahkemesi; istinaf incelemesinde, ilk derece mahkemesinin vakıaların tespitine ilişkin olarak yaptığı işlemlerin denetimini yapar, maddi hukuk ve usul hukukunun doğru uygulanıp uygulanmadığını kontrol eder. İstinaf incelemesi sonucunda bölge adliye mahkemesi, ilk derece mahkemesinin kararını doğru bulursa istinaf talebini reddeder, kararın hukuka aykırı olması durumunda ise kural olarak kararı kaldırarak doğru kararı kendisi verir ancak bazı istisnai hâllerde de ilk derece mahkemesinin kararını kaldırarak dosyayı karar vermek üzere tekrar ilk derece mahkemesine geri gönderir.


    Bölge adliye mahkemelerinin, denetim mahkemesi olması özelliğinin yanında, aynen ilk derece mahkemeleri gibi bir hüküm mahkemesi de olduğu hususudur. Zira kanun yolları düzeltici ve bozucu kanun yolları olmak üzere ikiye ayrılır. Düzeltici kanun yolunda, ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararda hukuka aykırılık tespit edildikten sonra dosya yeniden karar verilmesi için yerel mahkemeye gönderilmez, aksine üst mahkeme kendisi karar verir. Bozucu kanun yolunda ise, hukuka aykırılık tespit edilirse karar bozulur ve fakat yüksek mahkeme kendisi bir karar veremez, yeni bir karar verilmesi için dosyayı genellikle istinaf mahkemesine istisnai hâllerde de ilk derece mahkemesine geri gönderilir. Buradan hareketle; temyiz kanun yolu bozucu kanun yolu olup, buna karşılık istinaf kanun yolu ise hüküm mahkemesi sıfatı nedeniyle düzeltici kanun yoludur. Diğer bir söylemle Yargıtay; hukuka aykırı alt derece mahkemesinin hükmünü sadece bozar, yeniden yargılama yapıp bir karar veremez. Bölge adliye mahkemesi ise; ilk derece mahkemesi kararı üzerinde yaptığı denetleme sonucunda hukuka aykırılık tespit ettiği takdirde veya Yargıtay’ın bozma kararı sonucunda dosyanın kendisine gönderilmesi hâlinde yeniden yargılama yaparak karar vermek zorundadır.


    Kural olarak ilk derece mahkemesi kararları ve başvurulacak kanun yollarında işlev itibariyle yetki sınırlaması söz konusu olduğundan, bir dava ilk derece mahkemesi incelemesinden geçmeden istinaf ve temyiz incelemesine, istinaf incelemesinden geçmeden de temyiz incelemesine konu olamaz. Ancak kanun koyucu; Yargıtay’ın bozma ilamına karşı, ilk derece mahkemesi ile ikinci derece mahkemesi olan bölge adliye mahkemeleri arasında HMK’nın “Bozmaya uyma veya direnme” başlıklı 373. maddesinde iki olasılık düzenlemiştir.


    İlk olasılık; bölge adliye mahkemesinin başvuruyu esastan reddi üzerine, Yargıtay’ca karar kaldırılarak dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi (HMK m.373/1) öngörülmüştür. Daha sonra ilk derece mahkemesinin Yargıtay’ın bozma kararı doğrultusunda karar vermesi hâlinde, sadece temyiz yoluna başvuru olanağı düzenleme altına alınmıştır (HMK m. 373/4). Burada özellik gösteren ve dikkat edilmesi gereken husus, ilk derece mahkemesinin Yargıtay’ın bozma kararına uymasından sonra vereceği yeni karara karşı, artık istinaf yoluna değil, doğrudan temyiz yoluna başvurulması gerektiğidir. Zira bölge adliye mahkemesi; bozmadan önce verilen ilk yerel mahkeme kararını doğru bularak, bu yön hakkında esastan ret kararı verdiğine göre, ilk derece mahkemesinin bozmaya uyarak verdiği yeni kararı yanlış bulması gerekecektir. Bu durumun ise; Yargıtay bozması ve buna uyma ile çelişki yaratacağını göz önüne alan kanun koyucu, hem bu çelişkiye imkân tanımamak hem de gereksiz zaman kaybının önüne geçmek için doğrudan temyiz yolunu benimsemiştir. Bu özel düzenleme doktrinde “sıçrama yoluyla temyiz” şeklinde adlandırılmaktadır.


    İkinci olasılıkta ise; bölge adliye mahkemesinin başvuruyu esastan reddetmeyip düzelterek yeniden veya yeniden esas hakkında bir karar vermesi ve bu kararın Yargıtay’ca tamamen veya kısmen bozularak dosyanın tekrar bölge adliye mahkemesine gönderilmesi öngörülmektedir.


    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 341. ve devamındaki maddeleri kanun yollarından istinaf kanun yoluna ilişkin düzenlemeleri içermektedir. HMK’nın 342. maddesine göre; istinaf yoluna başvurma, dilekçeyle yapılır ve istinaf dilekçesinde istinaf yoluna başvuru sebepleri ve gerekçesi bulunur. İstinaf incelemesinin kapsamı ise HMK’nın 355. maddesinde; “İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu hükümler doğrultusunda; kamu düzenine aykırılık hali dışında istinaf mahkemesince istinaf dilekçesinde gösterilmeyen bir neden resen dikkate alınamaz ve inceleme dilekçede belirtilen sebeplerle sınırlı olarak gerçekleştirilir.


    7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 7/a maddesinin 4. fıkrasında yer alan düzenlemeye benzer bir düzenleme de 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 107/A maddesinin 2. fıkrasında yer almakta olup, “… Elektronik ortamda tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır...” şeklindedir.


    Bu eserin hazırlanmasında büyük özveride bulunarak yardımlarını esirgemeyen, Sn. Alihan YENİPINAR’a en içten duygularımla minnet ve şükranlarımı sunarım.


    Eserin basımını üstlenen ARİSTO YAYINEVİ çalışanlarına ve emeği geçenlere çok teşekkür ederim.


    Filiz BERBEROĞLU YENİPINAR


    Özellikler

    Barkod 9786258385434

    Katkıda Bulunanlar