Yazar: Yayınevi: Savaş Yayınları
İnsana yönelik davranış kuralları bütünü olarak hukuk, yalnızca
insan faaliyetlerini düzenlemektedir. Hukuk kuralları yalnızca
insanlara yönelik olup, doğa olayları veya diğer canlıların faaliyetleri,
ancak bir insana bağlanabilmeleri koşuluyla hukuki değerlendirmeye
konu olmaktadır. Bu itibarla hukukun bir davranışı nazara alabilmesi
için kaynağının “insan” olması gerekli ve yeterlidir; yani bireyin
hukuk kurallarının muhatabı olması ve hukukun bu kimsenin davranışı
üzerinde bir yargıda bulunması için insan olmaktan başka özellikler
taşımasına gerek yoktur. Hukukun etik bir varlık olarak gördüğü
insan, kendi iradesiyle gerçekleştirdiği davranışlardan sorumludur
ve dolayısıyla hukukun bunlara bağladığı sonuçlara katlanmak
zorundadır. Hiç şüphesiz bu durum ceza hukuku açısından da geçerlidir.
Söz konusu hukuk dalı açısından önem arz eden bir davranıştan
söz edilebilmesi için, gerçekleştirenin insan olması ve bu davranışın
iradi biçimde ortaya konulmuş olması yeterlidir. Dolayısıyla her insanın
davranışının ceza hukukuna uygun veya aykırı olarak nitelendirilmesi
mümkündür. Bununla birlikte, ceza hukuku kurallarını
ihlal eden bir davranış söz konusu ise, gerçekleştiren kimse bu davranış
için öngörülmüş hukuki sonuca katlanmakla yükümlüdür. Ancak
hukukla çelişen bir davranışa bağlanmış olan tüm sonuçların, her
bireye uygulanabilir olduğu söylenemez. Nitekim ceza hukuku, bireylerin
belli niteliklerini göz önünde bulundurmak suretiyle aynı
davranış karşısında farklı hukuki sonuçlar öngörebilmektedir.
Ceza hukuku açısından ortaya çıkan temel hukuki sonuç, hiç
şüphesiz onun ana eksenini oluşturan ceza müeyyidesidir. Ceza,
doğası gereği acı verici nitelikte, kişiyi özgürlüğünden mahrum eden,
uygulandığı kimseyi ağır yoksunluklara tabi tutan bir müeyyidedir.
Günümüzde böyle ağır bir müeyyidenin herhangi bir insana değil,
yalnızca belli birtakım özelliklere sahip insana uygulanabileceği, hem
toplum bilinci hem de pozitif hukuk tarafından kabul edilmektedir.
Hukuk kurallarının muhatabı olan insan, yalnızca belli bir zihinsel
olgunluğa erişmiş ve akıl sağlığı yerinde olması, yani “isnat edilebilir”
olması halinde bu ağır müeyyideye müstahak sayılmaktadır. Bunun
la birlikte zihinsel yönden gelişmemiş veya zihinsel bütünlüğü bir
sebeple ortadan kalkmış kimselerin de ceza hukuku tarafından göz
ardı edildikleri söylenemez. Nitekim ceza kanunları bu kimselere
ceza müeyyidesinin uygulanmasını kabul etmeseler de, bunların fiillerinin
toplum açısından yaratabileceği tehlikeyi nazara almak suretiyle,
çeşitli mekanizmalar öngörülmektedir. İşte bu noktada tehlikelilik
haliyle mücadele aracı olarak, ahlaki açıdan nötr nitelikteki güvenlik
tedbirleri devreye girmekte ve modern ceza hukukunda bu doğrultuda
“çift peron” olarak adlandırılan sistem ortaya çıkmaktadır. Bu
sisteme göre, isnat edilebilir olan kimselerin işlediği suçlar karşısında
ceza müeyyidesi ve güvenlik tedbirlerine başvurulmakta; isnat yeteneğinden
yoksun kimselerin işlediği suçlarla mücadele açısından ise,
yalnızca güvenlik tedbirleri uygulanmaktadır. İşte bu çalışmanın konusu,
hukuk düzeni tarafından yapılan bu ayrımın temelinde yatan
isnat yeteneği kavramıdır.
Çalışmaya konu edilen ve İtalyan hukukunda “imputabilità”
sözcüğüyle ifade edilen kavramı tanımlamak adına, “isnat yeteneği”
ifadesi tercih edilmiştir. Her ne kadar söz konusu kavramı “ceza yeteneği
veya ehliyeti” ya da “suçlandırılabilme ehliyeti” olarak adlandıranlar
bulunsa da, doktrinin önemli bir kısmı “kusur yeteneği” ifadesini
tercih etmektedir. Nitekim Kanun da bu konuda açık bir tanım içermemesine
rağmen kusur yeteneği ifadesine yer vermektedir. Aslında
kusur yeteneği ifadesinin kullanılmasının temelinde, isnat edilebilirliğin
özünü oluşturan yeteneklerin kusurluluğun bir unsuru ya da ön
koşulu olduğu, yani isnat yeteneği olmadan kusurluluğun söz konusu
olamayacağı düşüncesi yer almaktadır. Ancak çalışmanın ikinci
bölümünde ortaya konulacağı üzere, isnat yeteneği kusurluluğun bir
ön koşulu ya da unsuru değildir. İsnat yeteneği yalnızca kişiye ceza
müeyyidesi uygulanabilmesi için ceza kanunu tarafından aranan bir
takım koşulları ifade etmektedir ve bu koşullar bulunmasa dahi kişi
kusurlu olabilecek, fakat kendisine ceza yerine güvenlik tedbiri uygulanacaktır.
Bu nedenle kusur yeteneği yerine isnat edilebilirlik veya
isnat yeteneği ifadesinin kullanılması daha doğrudur.
İsnat edilebilirlik, bir yönüyle ceza hukuku dogmatiğine ve pozitif
hukuka ilişkin bir mesele olup, diğer bir yönüyle de psikoloji ve
psikiyatrinin alanına girmektedir. Hiç şüphesiz söz konusu kavramın
insan psişiğini konu alan bilimler açısından irdelenmesi, farklı araçlar
ve yöntemler gerektirmektedir. Ayrıca söz konusu alanlara fazlaca
müdahale etmek, bir ceza hukukçusunun haddini aşması anlamına
gelecektir. Bu sebeplerle, çalışma kapsamındaki değerlendirmeler
yapılırken, esasen ceza hukuku literatürüne bağlı kalınmış, psikolojik
verilere bu hukuk dalının tamamen içselleştirmiş olduklarıyla sınırlı
bir biçimde yer verilmiştir. Bu itibarla çalışmanın esas amacı, ele alınan
kavramın esasını ve ceza hukuku sitematiği içerisindeki yerini
normatif düzenlemeler ışığında ortaya koymaktır.
Bu doğrultuda çalışmanın birinci bölümünde, genel olarak isnat
yeteneği kavramı üzerinde durulduktan sonra, isnat edilebilirliğin
içeriğini oluşturan anlama ve isteme yetenekleri izah edilmeye çalışılmıştır.
Bunun ardından söz konusu yeteneklerin, hangi aşamada
var olmalarının ceza hukuku anlamında önem taşıdığı üzerinde durularak,
bu konudaki önemli bir mesele olan sebebinde serbest hareket
kuramı ve kendisini isnat edilemeyen hale getiren kimselerin
hangi esaslar doğrultusunda sorumlu tutulacakları sorunu irdelenmiştir.
Daha sonra, doktrinde her zaman tartışılmış, aleyhine bir çok
görüş beyan edilmiş ve fakat hemen tüm modern ceza kanunları tarafından
kabul edilmiş kısmi isnat edilebilirlik kavramı açıklanmış; son
olarak da ayrı bir tez konusu oluşturmaları nedeniyle fazla ayrıntıya
inilmeden genel olarak isnat edilebilirliği ortadan kaldıran ve azaltan
sebepler üzerinde durularak, Türk Ceza Kanunu’nun bu kapsamdaki
düzenlemeleri ele alınmıştır.
Çalışmanın ikinci bölümünde, isnat yeteneğinin suç genel teorisindeki
konumuyla ilgili olarak doktrinde yapılan tartışmalara yer
verilmiştir. Öncelikle söz konusu yeteneği suçun bir ön koşulu olarak
nitelendiren, yani isnat edilebilir olmayan kimselerin suç işleyemeyeceğini
ifade eden görüşler incelenmiş; bu kapsamda isnat yeteneğini
ceza normunun muhatabı olmanın bir koşulu sayan ve fiil ehliyeti
kavramının ceza hukukundaki karşılığı olarak kabul eden düşünceler
ele alınmıştır. Daha sonrasında ise, üzerinde çokça durulan konulardan
biri olan, isnat yeteneği ve kusurluluk ilişkisi irdelenmiştir. Bu
kapsamda genel olarak kusurluluk kavramı ve söz konusu kavramı
açıklamak amacıyla ortaya atılan temel anlayışlar üzerinde durulmuş,
fakat çalışmanın esas konusunu oluşturmaması sebebiyle genel
bilgiler verilmekle yetinilmiştir. Ardından isnat edilebilirliği, kusurluluğun
bir unsuru veya ön koşulu olarak anlayan ve dolayısıyla isnat
edilebilir olmayan kimselerin kusurlu olamayacaklarını ifade
eden görüşler ele alınmış, sonrasında ise kusurluluk ve isnat yeteneğinin
birbirinden bağımsız olduğunu ve anlama ve isteme yeteneğinden
yoksun kimselerin de kusurlu davranışlar gerçekleştirebileceğini
ileri süren görüşler açıklanmaya çalışılmıştır. Çalışmanın sonunda da
Türk Ceza Kanununun konuya ilişkin hükümleri bu açıklamalar ışığında
değerlendirilmiştir.
Özellikler |
|
Barkod | 9786054974658 |
Katkıda Bulunanlar |
Saat 12:00'e kadar verdiğiniz siparişler aynı gün kargoda.
İletişim bölümümüzden bizlere herzaman yazabilirsiniz.
Kart bilgileriniz saklanmadan güvenli şekilde bankaya gönderilmektedir.
En iyi fiyatı sizlere en hızlı kargo ile sunuyoruz.