Gülayşe Koçak, Beşinci Kat’ta, farklı karakterlere sahip üç kadının zaman zaman dayanışarak, zaman zaman da çatışarak büyüttüğü “çoksesli” dostluğun hikâyesini anlatırken, merdiven boşluğuna takılıp kalmış çocukluk travmalarına, hayal kırıklıklarına, korkulara ve özlemlere de ses veriyor: Bir apartmanın yarı karanlık kapıcı dairesinden en üst kattaki tekinsiz ama albenili aydınlığa uzanan fısıltılar yıllanmış sırları, kilitli odaları, bastırılmış öfkeleri ve kaçınılmaz bir yüzleşmeyi haber veriyor.
Bir viola da gamba ezgisinin hüznünü de, neşesini de satır aralarına taşıyan, yaşamın ahengini selamlayan bir roman Beşinci Kat.
Çok küçükken, hayallerimde çok ağır hasta olduğumu, ateşler içinde kıvrandığımı, annemle babamın ölüm döşeğimde ağlaştıklarını kurgulardım. Bu tatlı hayaller gece yattığımda beni saatlerce oyalardı. Daha sonraları, bu hayallerimin nesnesi Zafer Amca olmuştu: Onu ağlayarak tabutumu taşırken, kendini pişmanlıklar içinde yerden yere atarken, ardından uzak bir yerlerde inzivaya çekilmiş, beni düşünerek vicdan azapları içinde yaşarken canlandırırdım zihnimde. Ah çocukluk...