Modern Türkçe edebiyatın diri sesi Sevinç Çokum, 2000'li yıllara adım atan Türkiye'nin yakın geçmişine dair etraflı bir muhasebe yapıyor. Sınıf çatışmaları ve sanatçının hayatla ne denli iç içe olabildiği gibi temel meseleleri incelikle ele alıyor.
Ankara, İstanbul, Yalova üçgenindeki dört eski arkadaşın serüveniyle paralel ilerleyen romanda, 1999 depremi ve neredeyse aynı dönemde ama yalnızca dimağlarda yaşanan diğer bir büyük sarsıntının, sonuçları açısından ne kadar benzer olduklarını görüyoruz.
Peki, o dipsiz, birbirine dayanan, renksiz varoş evlerinde yaşayan ve kırlarını yutmuş sokakların birbirine benzer insanlarından oluşmuş kitleler? Onları hep gri, beyaz, kurşuni renklerde boz bulanık görüyordum; şehir eteklerinde üst üste yaşamanın, üst üste düşünmenin rengiydi bu. Otobüslerde üst üste giderlerdi; birbirlerinin soluklarını soluyarak... Kimdi bunlar? Bir cinayette buluşmaları ne de çabuk, ne de kolay... Bu ülkenin insanlarıydılar. Kimse duymuyordu onların cümlelerini, kimse temsil etmiyordu onları. Kayıp ovaların insanlarını...